Şüphelerin Giderilmesi 2
Evet kardeşler bugün nasip olursa, Allah’ın dışında başkasından şefaat talep edilebileceğini iddia edenlerin Ubade bin Samit hadisini ileri sürerek getirdikleri şüpheye cevap vereceğiz inşallah.
Bu hadis Sahih-i Müslim’de ve Tırmizi’nin Sünen’inde geçer.
Tabiin’den Es-Sunabihi ile Sahabe Ubade bin Samit arasında geçmektedir.
Ubade bin Samit radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına Medine’den Mekke’ye Akabe biatına nakib olarak gönderilen bir şahıstır.
Bu sahabeyi Ömer Bin Hattab radıyallahu anh, Şam’daki insanlara Kur’anı öğretmesi ve dini meseleleri onlara aktarması için göndermiştir.
Hicri 45 yılında Kudüs'te ölüm döşeğindeyken tabiin Es-Sunabihi’nin yanına gelir.
Sekerat halinin şiddetini ve sıkıntılı halini görür.
O anda beraberce Allah azze ve cellenin huzuruna gitme meselesini görüşürler.
Ubade radıyallahu anh Es-Sunabihi’nin üzerinde ciddi bir şekilde korkunun hakim olduğunu görüp, ümidinin de zayıfladığını hissettiğinde ona güzel bir şekilde tebessüm ederek Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemin hadisi şerifini hatırlatır ve der ki;
‘Kendine yazık etme! Niçin ağlıyorsun ki, Allah azze ve cellenin rahmeti her şeyi kuşatmıştır.
Ben sende kuvvetli bir imanın ve salih amelin olduğunu görüyorum.
Eğer benim şahitlik yapmam noktasında şahitlik yapmam istenirse senin adına hayırlı bir şekilde şahitlik yapacağım.
Eğer bana şefaat noktasında izin verilecek olursa sana şefaat edeceğim.
Benim sana hangi faydam dokunacaksa ben sana o faydamın dokunması için elimden geleni yaparım.
Onun için rahat ol, huzurlu ol, gözün aydın olsun.
Bak ben seni daha çok ümitlendirecek bir hadis şerif söyleyeyim’ diyerekten Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin bu hadisi şerifini aktarır der ki;
“Kim La ilahe illallah Muhammeden Rasulullah şehadetini yerine getirirse, Allah Teala ona cehennemi haram kılar.”
Bu hadis-i şerifte salih olan bir mümine, ümitsizliğe kapıldığı anda moral verme vardır yoksa burada Allah'tan başkasından şefaat talep edilmesinin caiz olduğunu gösteren bir delil yoktur.
Allah azze ve celle izin verirse ben sana şefaat ederim diyor yoksa tabiin olan Es-Sunabihi ‘Allah izin verirse veya aklına gelirse bana şefaat et’ diye bir şey demiyor ki yani bir şefaat talebinde bulunmuyor.
Orada Es-Sunabihi’ye bakıyor ki çok ciddi bir şekilde morali bozulmuş, onu öyle görünce “çok fazla yes’e düşmeye gerek yok, Allah azze ve celle ‘La ilahe illallah Muhammeden Resulullah’ diyene cehennemi haram kılmıştır. Elbetteki bir takım kusurlarımız olur, günahlarımız olur, yanlışlarımız olur ama Allah azze ve celle bu La ilahe illallah sözüyle bizi cennetine alacaktır.”
Ve ona moral olarak takviye olsun diye de diyor ki; ‘Eğer bana ahirette izin verilecek olursa ben sana bu konuda şefaat edeceğim.’
Bu birinci meselemiz idi.
İkinci mesele de şudur; Allah azze ve celle Ayet-i kerime’de çok net olarak şunu belirtiyor;
قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعًاۜ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
De ki: “Şefaatin tümü Allah’ındır. Göklerin ve yerin hâkimiyeti/egemenliği O’na aittir. Sonra O’na döndürüleceksiniz.” (39/Zümer, 44)
Göklerin ve yerin mülkü nasıl Allah azze ve celle ait ise, biz nasıl Allah’a döndürüleceksek, aynı şekilde de şefaat mutlak olarak Allahu Teala’nın hakkıdır.
Bunun gibi muhkem ayetler varken müteşabih olan bazı meseleleri cımbızla çekip onu muhkem seviyesine getirmek yanlış bir şeydir.
Allah azze ve celle buyuruyor ki;
هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Sana Kitab’ı indiren O’dur. O (Kitap)’tan bazı ayetler (kimsenin tahrif etmeye güç yetiremeyeceği şekilde sağlam, açık ve) muhkemdir. Onlar (Kitab’ın çoğunluğunu ve ana omurgasını oluşturan muhkem), Kitab’ın anası olan (ayetlerdir). Diğer bazısı da (kullarını imtihan etmek için açık kılmadığı) müteşabih ayetlerdir. Kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve (ayetleri hevalarına göre) yorumlamak için müteşabih olan ayetlerin peşine düşerler. O (ayetlerin) tevilini/hakiki anlamını yalnızca Allah bilir. İlimde derinleşenler derler ki: “Ona iman ettik. Hepsi Rabbimizin katındandır.” Ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alır. (3/Âl-i İmran, 7)
Biz ayetlerden ve hadislerden müteşabih olan nasları muhkem naslara hamlederiz yani muhkem olan naslar bizim için asıldır.
Müteşabih olan nasları ona hamlederek anlarız yoksa tam tersi olup da ‘müteşabih olan naslar asıldır muhkemi de ona hamlederiz dolayısıyla şefaat Allah’tan başkasından da istenebilir’ diye bir şey çıkartamayız.
Mekke müşriklerinin ve genel olarak tüm müşriklerin şirki bu değil miydi? Allah’tan başkalarından şefaat talep ediyorlardı.
Allah azze ve celle Yunus suresinde net bir şekilde şunu belirtiyor;
;وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ قُلْ اَتُنَبِّؤُ۫نَ اللّٰهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Allah’ı bırakıp, kendilerine hiçbir zarar ve fayda vermeyecek şeylere ibadet ediyor ve: “Bunlar, bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir.” diyorlar. De ki: “(Allah bu varlıklara ibadeti meşru kılmamış ve bunlara şefaat yetkisi vermemiştir. Buna rağmen böyle iddia ederek) Allah’a göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?” O (Allah), onların şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir. (10/Yûnus, 18)
Dolayısıyla bir insan muhkem olan bir nassı görmemezlikten gelip de bir tane cımbızla müteşabih olan meseleyi alıp muhkem seviyesine çıkartamaz.
Rabbimizin Kur’an’daki ifadesi ile ‘bunlar fitne isteyen insanlardır’
Rabbimizin Ali İmran suresinde belirttiği “müteşabihin peşine takılanların fitne istediğinden” bahsettiğinde müfessirler bu cümleyi açıklarken ‘şirki istediği için bunu yaparlar ve bunlar kalbinde eğrilik olan insanlardır’ der.
Bugün insan isterse her konuda müteşabih olan birtakım meseleler getirebilir.
Mesela ‘Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendisidir’ bu ayeti hakkında şunu söyleyebilirler; “Sahabeden bazıları var ki mesela ibn Abbas gibi ‘buradan kasıt küfür altı bir küfürdür’ diyor.
Dolayısıyla bugün Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenleri tekfir edemezsin” diyebilir.
Müteşabihlere tabi olup bu şekilde hükümlerde çıkartabilir niye çünkü müteşabih olan birtakım ifadeleri cımbızla çektiğin zaman bu gibi sonuçlara varabilirsin. Halbuki Allah azze ve celle’nin ayeti muhkemdir. Muhkem olan ayet varken, müteşabih olan birtakım delilleri getirip, muhkemi bir kenarı atarsan sapıtırsın.
Allah azze ve celle ayet-i kerimede;
وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar kâfirlerin ta kendileridir. (5/Mâide, 44)
Bu muhkem bir ayettir, müteşabih olan bir takım meseleler, deliller var ise onu ancak muhkem naslarla anlayabilirsin yoksa muhkemi müteşabihe hamledemezsin.
Allah azze ve celle kendi rızasına uygun, muvafık bir şekilde kitabını anlayan ve Resul’ünün sünnetini kavrayan müminlerden eylesin.
Allahümme amin...