Şüphelerin Giderilmesi 

Şeyh Muhammed Bin Abdülvehhab, ‘Nevakidul İslam’ adlı risalesinin 3. maddesinde şöyle der;

“Kim kafiri tekfir etmezse veya onların küfrün de şüphe ederse veya onların yolunun doğru olduğunu söylerse o da kafirdir.”

Kur’an-ı Kerim’de müşrikleri tekfir etmenin vacip olduğuna dair delil olarak ayet-i kerimede Rabbimiz

Allah azze ve celle şöyle buyurur;

وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ٓ اِنَّن۪ي بَرَٓاءٌ مِمَّا تَعْبُدُونَۙ

(Hatırlayın!) Hani İbrahim babasına ve kavmine: “Şüphesiz ki ben, sizin ibadet ettiklerinizden berîyim/uzağım.” demişti. (43/Zuhruf, 26)

 

İbrahim Aleyhisselam'ın kendisinin yapıp uyguladığı gibi müşrikleri tekfir edip onlardan beri olmak ve hak olan mabud Allah azze ve celle’ye dönerler diye bu kelimeyi kalıcı bir kelime olarak bırakmıştır.

Ayrıca Mümtehine suresi 4. Ayette Allah azze ve celle;

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُۚ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ اَبَدًا حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ رَبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ

Sizin için İbrahim’de ve onunla birlikte olan (müminlerde/resûllerde) güzel bir örneklik vardır. Hani onlar, kavimlerine demişlerdi ki: “Biz, sizden ve Allah’ın dışında ibadet ettiklerinizden berîyiz/uzağız. Sizi tekfir ettik (üzerinde bulunduğunuz yolu ve sizi reddettik). Bizimle sizin aranızda, tek olan Allah’a iman edinceye kadar, ebedî bir düşmanlık ve ebedî bir kin baş göstermiştir.” İbrahim’in babasına söylediği: “Senin için Allah’tan bağışlanma dileyeceğim. (Ama) Allah’a karşı sana hiçbir faydam olmaz.” sözü müstesna. Rabbimiz! Yalnızca sana tevekkül ettik, yalnızca sana yöneldik ve dönüşümüz de yalnızca sanadır. (60/Mümtehine, 4)

 

‘Sizin için İbrahim de güzel bir örnek vardır dedikten sonra İbrahim aleyhisselam diyor ki; Biz sizden ve sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinizden beriyiz,sizi tekfir ettik’

Onun böyle demesi bunun delilidir.

Demek ki bir kişinin mümin olabilmesi için evvela müşrikleri tekfir etmesi gerekir ki daha sonra Allah azze ve celle’ye ibadet edebilsin.

Her müslümana gereken şudur; Allah’tan başkasına ibadet eden müşriklerden beri olup, onların kafir ve sapık olduklarına itikad etmesidir ta ki bunun neticesinde tek olan Allah azze ve celle ye iman edebilsin.

 

Biz bunu Bakara suresi 256. ayette anlıyoruz;

 

لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

Dinde zorlama yoktur. Rüşd/Hak, batıldan (kesin bir biçimde) ayrılmıştır. Her kim (reddetmek, tekfir etmek, teberrî etmek suretiyle) tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse kopması olmayan sapasağlam kulp (olan Kelime-i Tevhid’e) tutunmuş (ve İslam dinine girmiş) olur. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir. (2/Bakara, 256)

 

Yine aynı şekilde Sünnetten Delil olarak Ömer Bin Hattab(radıyallahu anh), Hatıb Bin Ebi Belta’yı(radıyallahu anh’ı) tekfir ederken; ‘Ey Allah’ın rasulü, bırakın da şu münafığın boynunu vurayım çünkü bu kafir oldu’ dediğinde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle demedi; ‘Ömer sen bu adamı nasıl tekfir edersin? ‘Buna hüccet ikame edilmesi gerekir,?

gibi cümleler söylemedi.

 

Bu kural Muhammed ibni Abdulvehhab’dan çok önce  selefin uygulaması olarak vardır mesela Süfyan bin Uyeyne şöyle der; “Kur’an, Allah azze ve cellenin kelâmıdır.Kim Kur’an mahluktur derse o kafirdir, kim de böyle bir insanın küfrün de şüphe edecek olursa o da kafirdir.” diyor... Bunu Ahmed ibni Hanbel’in oğlu Abdullah ‘Kitabus Sunne’sinde’ aktarır.

Yine seleften Davut bin Hüseyin el Beyhaki şöyle der; “Bana Hulvani’nin, Kur’an mahluk mudur değil midir bu noktada duraksıyorum diyen bir insanı tekfir etmediği haberi ulaştı. Ben de gittim bunu Seleme bin Şebib denilen Mekke ehlinin muhaddisine sordum.

Seleme’ye gittim, Hulvani’nin durumunu sordum.

Dedi ki; “Böyle bir insan tuvalete atılır, kim kafirin küfrüne tanıklık yapmazsa o insan da aynı şekilde kafirdir.”

Bunu Hatip El Bağdadi ‘Tariku’l Bağdad’ adı kitabında 7. cilt 365. sayfada aktarmıştır.

 

2.VİDEO

Şu şekilde bir soru var; Hatıb Bin Ebi Belta’nın kıssasını ileri sürerek müşrikleri tekfir etmeyen insanların Müslüman kalabileceğini savunuyorlar.

Bu meseleyi açıklar mısınız?

 

Ali radıyallahu anh şöyle buyurur;

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem beni, Ebu Mersed el Ganevi’yi ve Zübeyr bin Avvam’ı ‘Hah’ denilen bahçeye gidinceye kadar yürüyün, orada müşriklerden bir kadın var, o kadın da Hatıb Bin Ebi Belta’dan müşriklere gönderilen mektup var’ diye gönderdi.

Hepimiz Süvari idik.

O kadını, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin belirtmiş olduğu yerde bir devenin üzerinde giderken bulduk.

Mektup? dedik. O, ‘bende bir mektup yoktur.’ dedi

Biz onun devesini çöktürdük ve aramaya başladık, hiçbir mektup bulamadık.

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem yalan söylemez diyip ‘ya mektubu çıkartırsın, ya da biz seni soyacağız’

dedik.

Ciddi olduğumuzu görünce beline sarmış olduğu sargı vardı. O sargıya yöneldi, mektubu oradan çıkardı.

Biz de mektubu alıp Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e götürdük.

Ömer Bin Hattab radıyallahu anh dedi ki; ‘Ya Resulullah, bu şahıs Allah’a, resulüne ve müminlere hainlik yapmıştır.

Bırak da şu münafığın boynunu vurayım, bu kafir olmuştur.’

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem de, Hatıb Bin Ebi Belta’ ya dönerek şöyle buyurdu; ‘Niye bunu yaptın?’

Hatıb radıyallahu anh da şöyle dedi;

‘Vallahi ben, Allah ve resulüne iman etmemiş değilim, ben müminim.Dinimden dönmek için, İslam’dan irtidad ettiğimden dolayı bunu yapmadım.Bende bir değişiklik yoktur.

Ey Allah’ın resulü! Ben bunu aldatma olsun veyahutta münafıklık olsun diye de yapmadım.

Ben şunu kesin olarak biliyorum ki; Allahu Teala Resul'ünü üstün kılacak, kendi işini tamamlayacaktır. Ben dedim ki, Allah ve Resulüne zarar vermeyecek şekilde bir mektup yazıp, Mekkelilerin yanında bir gücümün olmasını, bir elimin olmasını istedim.

O mektup sebebiyle onlar da benim ailemi ve malımı korur diye düşündüm.

Senin ashabından kim varsa onların Mekke'de hepsinin bir aşireti vardır. Allah azze ve celle, o aşiret sebebiyle onun ailesini ve malını müdafaa ediyor.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de bunun üzerine; ‘Bu doğru söylemiştir,bunun için sadece hayır söyleyin.’

 

Ömer radıyallahu anh, onun bu yapmış olduğu amelin küfür olduğunu söylüyor.

Peygamberimiz de (Sallallahu aleyhi ve sellem), Ömer bin Hattab’a,  tekfir etme noktasında bir şey demedi.

Ömer bin Hattab’ın bu söylemiş olduğu sözü,

bir nevi Hatip bin Ebi Belta’nın zaten mazareti ile birlikte kabullenircesine cevabı var ancak Resulullah sallallahu Aleyhi ve sellem kendisine vahiy gelmesi sebebiyle yani vahyin hala devam etmesi sebebiyle dedi ki;“Hatıb doğru söylemiştir, onun için ancak hayır söyleyin.”

Yani onlar, getirmiş olduğu şüphede haklı olmuş olsalardı Resulullah sallallahu aleyhi sellem ‘sen bunu nasıl tekfir edersin ey Ömer!’

‘Sen bunu tekrar edemezsin bu müslüman kardeşinizdir’ ‘Böyle bir durum insanı küfre sokmaz’ derdi…

Dolayısıyla bu amel zahiren küfürdür ancak Allah azze ve celle Hatıb Bin Ebi Belta’nın gerçekten sunduğu mazarette sadık olduğunu bildiğinden dolayı yani hiçbir şekilde irtidat etmediğinden, münafık olmadığından dolayı Allah azze ve celle bu haberi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bildirdi.

Ancak sahabe bunu bilmediğinden, zahiren küfrüne hükmetti.

Özet olarak Müslümanlara karşı kafirlere yardım etme gibi apaçık olan küfürlerde tekfir etmemek için vahyin devam etmiş olduğu dönemdeki Hatıb Bin Ebi Belta kıssasını günümüze indirgemeye çalışmak yanlış bir mukayese, yanlış bir kıyas aynı zamanda yanlış bir istidlaldir.

 

3.VİDEO

 

Evet kardeşlerim, bugün nasip olursa tekfirin şartları, manileri nelerdir ve hüccetin ikamesi ile ilgili açıklama yapacağız.

Evvela tekfir edilecek şahıs söylemiş olduğu sözü veya yapmış olduğu ameli veyahutta inanmış olduğu itikadı kesin olarak bunu yapmış mıdır, yapmamış mıdır bunun sabit olması gerekiyor.

Bu, ya başkasının şahitliği ile olur yani Müslüman bir kişinin şahitliği ile ya da kendisinin bunu ikrar etmesi ile gerçekleşir.

İkincisi de yaptığı işin küfür olduğuna dair Kur’an ve sünnetten delil olması gerekir.

Üçüncüsü ise delilin delaleti ‘kat’i’ olması gerekir yani ‘zanni’ olmaması gerekir.

Yani bir insanın küfrü ile ilgili, Kur’an ve sünnetten ap apaçık bir delil olması gerekir.

 

Tekfirin manileri olarak zikredecegimiz mesele de hepimizin bildiği üzere ‘ikrah’ meselesidir.

Nahl suresindeki ayette Rabbimiz;

‎مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

Kalbi imanla mutmain olduğu hâlde (küfre) zorlananlar hariç, kim de imanından sonra kâfir olur, (kendi tercihiyle küfre saparak) küfre gönlünü açarsa, Allah’ın gazabı onların üzerinedir ve onlar için büyük bir azap vardır. (16/Nahl, 106)

 

Bir kişi imandan sonra kafir olacak olursa ancak ikrah altında mazur olabilir. İkrah altındayken de kalbi imanla dopdolu olması gerekir ve yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem genel olarak ikrah,hata ve unutkanlığın genel olarak Allah Teala tarafından affedileceğini hadis-i şerifte belirtmiştir.

“Allahu Teala hatayı, unutkanlığı ve ikrah altında olmayı benim ümmetimden affetmiştir.”

Yani bu durumlarda işlemiş olduğu günahı, küfrü Allahu Teala affetmiştir buyuruyor Resulullah sallallahu Aleyhisselam…

Tabii ki bununla ilgili ikinci olarak bahsedeceğimiz tekfirin manilerinden birisi de ‘İntifaul kast’tır.’

Yani bir insanın küfür kelimesini kast etmemiş olmasıdır yani söylemiş olduğu sözler ile kafir olmayı değil, ağzından çıkan o sözü dil sürçmesi ile söylemiş olmasıdır.

Bununla ilgili Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Buhari ve Müslim’de geçen Enes Bin Malik hadisi buna delildir.

...... "Sonra adam sevincinin şiddetinden şaşırarak şöyle dedi: "Ey Allah'ım, sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim"

(Buhari, Da'avat 4; Müslim, 3, (2744)

 

Şimdi burada küfür kelimesi vardır ancak insan

çok aşırı sevinç yaşadığında yada çok büyük üzüntü yaşadığında,  bir anda ne dediğini bilememesi gibi durumlarda kişi söylediği küfür kelimesinden mesul değildir.

Şimdi hüccet ikame edilme meselesine de gelecek olursak Allah azze ve celle Kur’an-ı Kerim’i göndermesiyle insanlara hüccetini gerçekleşmiştir.

 

En’am suresinde Allah Teala şöyle buyurur;

‎قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ

De ki: “Allah benimle sizin aranızda şahittir. Sizi ve kime ulaşırsa onu uyarmam için bu Kur’ân bana vahyedildi.(En’am/19)

 

Yine Allahu Teala ayeti kerime’de şöyle buyurur;

‎;وَمَا كُنَّا مُعَذِّب۪ينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولًا

Biz, peygamber yollamadan azap edecek değiliz. (17/İsrâ, 15)

Yine İbrahim suresinde şöyle buyurur;

‎هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه۪ وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

Bu (Kur’ân) onunla uyarılsınlar, (Allah’ın) ancak tek bir ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsın diye insanlara bir mesajdır. (14/İbrahîm, 52)

 

Ve yine hadis-i şerifte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur;

“Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki bu ümmetten beni duyan kim olursa olsun ister Yahudi ister Hristiyan olsun, benimle gönderilen şeriata iman etmeden ölmüşse o cehennem ehlindendir.”

Demek ki Peygamberimiz ve getirdiği Kur’an’ın kendisi hüccettir.

Buradaki kendisine hüccet ulaşmamış olan insan,kendisi Kur’an diye bir kitabı duymamış olan, Kur’an’ı öğrenme imkanı olmayan insandır. Peygamber diye bir şey ve onun hadisleri hakkında bir şey duymamış olan insanlardır.

 

Dikkat ederseniz Peygamber aleyhisselatu vesselam ne buyurmuştu?  “Beni kim duyduysa ve benim getirdiğim şeye iman etmediyse, ister Yahudi olsun ister Hristiyan olsun o cehennem ashabındandır.” buyuruyor demek ki ‘duyma’ buradaki önemli noktadır.

Alimlerin hepsi şu cümlede icma etmişlerdir;

“Kime Kur’an ulaştıysa, hüccet ona varmıştır.” Dolayısıyla Günümüzdeki insanlara hüccet ulaşmıştır

Demin de dediğimiz gibi bir insanın,Kur’an’a, Peygamberin hadislerine ulaşma imkanı yoksa bu kimseye hüccet ikame edilebilir.

 

4.VİDEO

 

Bir insan Fetret döneminde yaşayanları tekfir eder mi, etmez mi yani vahiy gelmeden önce,peygamber gelmeden önce yaşayan insanların şirk üzere olduğu ve onların müşrik olduğunu söylemesi gerekir mi gerekmez mi diye sorulmuştur.

Şimdi evvela biz Bakara suresindeki şu ayeti kerimeye bakalım;

‎يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ

Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet/kulluk edin ki sakınıp korunabilesiniz.

(2/Bakara, 21)

 

Burada Allah azze ve celle ilk önce neyden bahsediyor? Allah’a ibadet etmemizin gerekli olduğundan bahsediyor ve bunu da Allahu Teala yaratma sebebine bağlıyor.

Hem ibadet edeceksiniz, hem de Allah’a eşler koşmayacaksınız yani ‘şirk ehlinden olmayacaksınız’ diye beyan eder ve yine Allahu Teala Bakara suresinde şöyle belirtir;

 

‎اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّت۪ي تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍۖ وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ve gündüzün peşi sıra yer değiştirmesinde, insanlara fayda sağlayarak denizde yüzen gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirdiği ve ölümünden sonra yeryüzünü kendisiyle canlandırdığı suda, orada yaydığı farklı türdeki her bir canlıda, rüzgârların çevrilip yönlendirilmesinde, gök ve yer arasında emre amade kılınmış olan bulutlarda akledenler için (üzerinde düşünülüp, bunları yapanın tek ilah olduğu ve kulluğun yalnızca O’na yapılması gerektiğine dair) deliller vardır. (2/Bakara, 164)

 

Okumuş olduğumuz bu iki ayeti kerimede Allah azze ve celle aklı öne sürerek, bu yaratılmış olan şeylere karşı tefekkür edilmesi sonucu Allahu Teala'ya ibadet edilmesi gerektiğini ve Allah'tan başka ibadet edilenlerin reddedilmesi gerektiğini ifade ediyor.

Yoksa aklın bir fonksiyonu olmazdı.

Ali radıyallahu anh’tan rivayet edilen bir hadiste Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur;

“3 kişiden kalem kaldırılmıştır;Uyuyan uyanıncaya kadar, buluğa erinceye kadar çocuktan, deli akıllı oluncaya kadar…”

 

Yani akıl, bir insanın teklif sebebidir, mükellef olması sebebidir.

Biz bir insanın vahiy gelmeden önce Allah teala’ya ibadet etmesinin gerekli olduğunu nereden biliyoruz?  Aişe radıyallahu anha’nın dayısı olan Abdullah ibni Cud’andan biliyoruz. İbni Cud’an bi’setden önce yaşamış köleleri azad eden, fakirleri doyuran çok cömert bir adamdı.

Buhari’de geçen hadiste Ayşe radıyallahu anha Peygamberimize dayısının hükmüne soruyor diyor ki ;

“Ya Resulallah ibni Cud’an cahiliye döneminde sıla-ı rahim bağını kuruyordu ve miskini de doyuruyordu bu, ona fayda verir mi?

Peygamberimiz dedi ki; ‘Hayır o buna fayda vermeyecektir. O hiçbir gün ‘Rabbim beni kıyamet günü bağışla’ dememiştir.”

Bakın burada Peygamberimiz muayyen olarak onu tekfir ediyor.

Dolayısıyla Peygamberlikten önce yaşamış bir insanın fıtraten yalnızca Allah'a ibadet etmenin gerekliliğini bilmesi gerekirdi.

Peygamberimizin annesi ve babası da aynı şekilde peygamberlik gelmeden önce vefat etmiştir.

Kur’an gibi bir kitab onlara ulaşmadığı halde onların kafir olması da, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin de onları tekfir etmesi de aynı şekilde bize bir delildir.

Buraya kadar zikretmiş olduğumuz delillerden neyi anladık?

Bir insan aklıyla Allah azze ve celle’ye ibadet etmenin gerekli olduğunu, Allah'tan başka ibadet edilen mabudlardan da uzak durması gerektiğini anlamış olduk.

Peki acaba bir insan aklıyla Allah’tan başka mabudlara ibadet eden müşrikleri tekfir etmesi gerekir mi?

Bu konuyla ilgili getireceğimiz delil de,Zeyd ibnu Amr ibni Nüfeyl’in kıssasıdır.

 

Abdullah ibni Ömer radıyallahu anh’dan rivayet ediliyor. “Peygamber aleyhissalatu vesselam Zeyd ibni Amr ibni Nüfeyl ile birlikte ‘Beldah’ denilen yerin alt tarafında karşılaştı. Peygamberimize vahiy gelmeden önce idi. Peygamberimize bir sofra konuldu, O da yemekten yüz çevirdi sonra Zeyd dedi ki; ‘Ben sizin putlarınıza kesmiş olduğunuz şeyleri yemem.

Ben ancak üzerine Allah azze ve cellenin adı anılarak kesilen şeyleri yerim.’

Esma binti Ebubekir radıyallahu anha’dan rivayet edilen hadiste diyor ki;

Ben Zeyd ibni Amr ibni Nüfeyl’in sırtını Kabe’ye yaslarken gördüm ve şöyle diyordu; ‘Ey Kureyşliler topluluğu! Zeyd’in nefsi kendi elinde olan Allah'a yemin olsun ki benden başka hiçbiriniz İbrahim’in dini üzere değilsiniz.’

Yani sizin hepiniz müşriksiniz, bir tek ben İbrahim’in dini üzereyim dedi.

Dolayısıyla bir kişiye peygamber ve kitap gelmiş olmasa bile aklı ile yani soruda geçtiği şekliyle fıtraten yalnızca Allah azze ve celle’ye ibadet etmesinin gerekli olduğunu bilmesi gerekir.

Aynı zamanda Allah’tan başka mabudlara ibadet etmemesi ve şirkten uzak olup müşrikleri de tekfir etmesi gereklidir.

 

5.VİDEO

 

Müşrikleri tekfir etme meselesindeki şüphelerden birisi de;

‘Kur’an mahluktur’ diyenleri alimler, muayyen olarak tekfir etmemiştir” diye ortaya atılan bir şüphedir.

İnşallah bugün onu anlatacağız öncelikle şunu bilelim ki Kur’an, Allah’ın kelamıdır ve bu İslam dininin asıllarından olan bir meseledir.

Yani ‘La ilahe illallah Muhammeden Rasulullah’ şehadetinin asıllarına giren bir meseledir.

Allah azze ve celle Tevbe suresinde şöyle buyurur;

‎وَاِنْ اَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ اسْتَجَارَكَ فَاَجِرْهُ حَتّٰى يَسْمَعَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ اَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْلَمُونَ۟

Müşriklerden biri senden eman/sığınma hakkı isteyecek olursa, ona eman ver. Ta ki Allah’ın kelamını dinleme fırsatı bulsun. Sonra onu, güven içinde olacağı (kendi yurduna) ulaştır. Bu onların bilmeyen bir kavim olması nedeniyledir. (9/Tevbe, 6)

Ve Peygamber aleyhisselatu vesselam Mekke’deyken, daha davetin gizli yapıldığı dönemlerde şöyle derdi;

‘Beni yanında himaye edecek bir adam yok mu ki ben Rabbimin kelamını insanları aktarayım.’

Yine Allah azze ve celle şöyle buyurur;

‎ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de Allah’a aittir.  lemlerin Rabbi olan Allah, ne yücedir. (7/A'râf, 54)

 

Yaratma dediğimiz, Allah azze ve cellenin yaratmış olduğu mahluklardır.

Emretme de Kur’an-ı Kerim’in kendisidir dolayısıyla Kur’an mahluk değildir.

Allah azze ve celle kendi ilmiyle, yaratılmasının arasını bu ayetler de ayırmıştır.

Mesela Rahman suresinde;

‎اَلرَّحْمٰنُۙ

Er-Rahmân,

‎عَلَّمَ الْقُرْاٰنَۜ

Kur’ân’ı öğretti.

‎خَلَقَ الْاِنْسَانَۙ

İnsanı yarattı.

(Rahman/1-2-3)

 

Bu ayetlerde de Allah azze ve celle’nin yaratma ile kendi ilmini ayırdığını görüyoruz.

Kur’an Allah azze ve cellenin ilmidir, insan ise Allah azze ve cellenin yaratmış olduğu mahluktur.

Bu şekilde ayrıldığına göre,Allah azze ve cellenin ilmi yaratılmış değildir yani mahluk değildir.

 

Havle binti Hakim radıyallahu anha şöyle der;

Ben Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın şöyle dediğini duydum;

“Kim bir yere gider orada konaklarsa, "E'ûzü bikelimâtillahittâmmâti min şerri mâ halak” bu duayı okursa oradan ayrılıncaya kadar ona hiçbir şey zarar veremez.”

Bu duanın anlamı;

Allah azze ve cellenin yaratmış olduğu şeylerin şerrinden, Allahu Teala’nın tam olan kelimelerine sığınırım.

Şimdi bu hadise göre de Allah azze ve cellenin kelamı mahluk değildir çünkü bir yaratılmışa

(mahluka) sığınmak caiz değildir çünkü bu bir ibadettir, ibadet de sadece Allah’a yapılır.

İstiazenin herhangi bir mahluka yapılması şirktir.

Ayeti kerimeler de olduğu gibi;

‎قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِۙ

De ki: “Sabahın Rabbine sığınırım.”

(Felak/1)

‎قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِۙ

De ki: “İnsanların Rabbine sığınırım.”

(Nas/1)

 

Bu ayeti kerimelerde kul, Allah’a istiaze de bulunuyor yani Allah’a sığınıyor.

Allah’ın isimlerine, Allah’ın sıfatlarına sığınıyor.

Allah’ın kelamı eğer ki mahluk olmuş olsaydı, Allah azze ve cellenin kelamına istiâze etmek caiz olmazdı.

Biz buradan anlıyoruz ki Allah azze ve celle’nın kelamı mahluk değildir.

 

Bir kimse Allah azze ve cellenin bu ayetlerini ve Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hadisi şeriflerini görüp ve bilip de bundan sonra yine ‘Kur’an mahluktur’ derse bu adam apaçık bir şekilde kafir olmuştur çünkü bu, Kur’an ve sünnetin nassını yalanlamaktır.

Aynı zamanda bu Allah azze ve celle’nin isim ve sıfatlarında ilhada ve ta’tile gitmektir.

Süfyani Sevr’i şöyle der;

Kim Neml suresindeki;

‎يَا مُوسٰٓى اِنَّهُٓ اَنَا۬ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ

“Ey Musa! Şüphesiz ki ben, El-Azîz ve El-Hakîm olan Allah’ım.” (27/Neml, 9)

 

Bu cümlenin mahluk olduğunu söylerse o kişi kafirdir, zındıktır, kanı helaldir.

 

Ayrıca İhlas suresindeki;

‎;قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ

De ki: “O Allah (zatında, sıfatlarında ve fiillerinde) birdir.”

   ‎اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ“Allah (her şeyin kendisine muhtaç olduğu, kullarının duayla yöneldiği) Es-Samed’dir.”

(İhlas/1-2)

Cümleleri mahluktur derse bu kişi kafirdir.

 

İmam Vekî rahimehullah şöyle der;

“Bir kişi Kur’an mahluktur derse ben onu tövbeye davet ederim. Tevbe etti etti, etmedi onu öldürürüm.Kim Kur’an mahluktur diye inanacak olursa o Kur’an’ın sonradan yaratıldığını iddia ediyordur, kim de Kur’an’ın sonradan yaratılmış olduğunu iddia edecek olursa bu adam kafirdir.”

 

Yani burada imamların ‘bu sözü( Kur’an mahluktur) diyene gideyim anlatayım,’ ‘Ona hüccet ikame edeyim’, ‘acaba yanlış anlamış mı, anlamamış mı’ gibi şeyler yapmamışlar. ‘Kur'an mahluktur diyorsa o kâfirdir’ demişlerdir zaten bizim de burada saymakla bitiremeyeceğimiz kadar birçok alimin, selef imamlarının sözleri vardır.

Başta da dediğimiz gibi O imamlar,  ‘Kim Kur’an mahluktur diyorsa o kafirdir’ demişlerdir.

 

Ortada bir küfür varsa onu söyleyen veyahut o itikada sahip olan insan kafirdir ve onu tekfir etmeyen de kâfirdir.

Dolayısıyla hiçbir kimsenin tereddüdü olmamıştır bunda.

 

 

6.VİDEO

 

Sahabe Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şefaat talebinde bulunmuş mudur?

İmam Ahmed’in Müsned’inde 16076 no’lu hadiste şöyle bir rivayet geçmektedir;

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin erkek veya kadın olan biri hizmetçisi vardı ve hizmetçisine şöyle derdi; ‘Bir isteğin var mıdır senin benden?’

Bir gün hizmetiçi; Ey Allah’ın Resulü! Evet benim bir ihtiyacım var dedi.

Peygamberimiz ‘ihtiyacın nedir?’ dedi.

Hizmetçi; Kıyamet günü bana şefaat etmendir dedi.

Peygamberimiz ‘Sana bunu kim söyledi’ dedi.

Hizmetçi de ‘Bana Rabbim söyledi’ dedi

Peygamberimiz dedi ki; Hayır öyle olmaz, çokça secde ederek kendin için bana yardımcı ol’

Peygamberimiz bu şekilde isteği olan kişilere şöyle de demiştir; ‘Siz benim şefaat edeceğim insanlardansınız’ ama bu Müsned’de geçen rivayette ‘hayır böyle olmaz sen çokça secde ederek kendin için bana yardımcı ol’  buyurmuştur.

Yine İmam Ahmed’in Müsned’inde 24002 nolu hadiste veya Taberani’nin Kebir’inde Afv ibni Malik el Eşcai’den uzun bir hadis rivayet ediliyor, diyor ki Afv ibnu Malik;

“Bir gün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizimle beraber bir gün yolculuktayken geceledi, o arada da bizden herkes hayvanının bineğinin baldırına yaslanarak bekledi.

….

Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bizim yanımıza geldi ve dedi ki; “Rabbimden bu gece benim yanıma bir elçi geldi.

Ümmetimin yarısının cennete girmesi ile şefaat arasında beni serbest bıraktı. Ben de şefaati arzuladım.”

Bende ‘Ey Allah’ın Rasulü! Allah aşkına ve aramızdaki arkadaşlık adına sen bizi şefaat edeceğin insanlardan yapsan olmaz mı?’

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de 3’üne yani

Afv ibni Malik, Muaz ibni Cebel ve Abdullah ibni Kays’a dedi ki; ‘Siz benim şefaat ettiğim insanlardan olacaksınız.’

Biz insanların yanına hızlıca koştuk, onlarda aynı şekilde Peygamberi görmediklerinden dolayı tedirgin olmuşlardı.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de yine aynı şekilde onlara şu cümleleri söyledi;

“Bugün Rabbimden benim yanıma bir elçi geldi.

Ümmetimin yarısının cennete girmesi ile şefaat arasında beni serbest bıraktı.

Bende şefaati arzuladım,” diğer sahabeler de aynı ifadeleri kullanarak dediler ki; ‘Allah aşkına ve aramızdaki arkadaşlık adına senden istiyoruz ki sen bizi şefaat ehlinden yapsan olmaz mı?

Yani bizi de şefaat ettiğin insanlardan yapsan olmaz mı?

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin üzerine gidince Peygamberimiz de dedi ki; “Sizi şahit tutuyorum ki benim şefaatim Allah’a şirk koşmayan kişilere olacaktır.”

 

Dikkat edersek bu hadiste 3 kişiye ‘siz benim şefaat ettiğim insanlardansınız’ dedi ama diğerlerine ‘ benim şefaatim Allah’a şirk koşmayan kişilere olacaktır’ buyurdu çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, o 3 kişinin şefaate nail olacağını vahiyle bildi.

Diğerleri için Peygamberimiz, o anda vahiy almadığından dolayı ‘Allah'a şirk koşmayan kişi benim şefaatine nail olacaktır’ buyurmuştur.

Bu olay şu kıssaya da benzer;

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yetmiş bin kişinin cennete hesapsız ve azapsız gireceğini bildirince Ukkaşe bin Mihsan radıyallahu anh demişti ki;

‘Ey Allah’ın resulü! Allah’a dua et de Allah beni onlardan kılsın.’ demişti.

Peygamber aleyhisselatu vesselam da dedi ki;

‘Ey Allah’ım bunu onlardan yap.’ başka bir rivayette ‘sen onlardansın’ ifadesi vardır.

Hadisi şerife dikkat edersiniz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e ne diyorlardı?

‘Sen bizi şefaat ehlinden yapmaz mısın’

Bu ifade, Taberani’nin Kebir’inde aynı hadisin farklı varyantında ‘Allah’a dua et de, Allah bizi şefaat ehlinden yapsın’ diye geçiyor yani Peygamberimizden neyi istemeleri vardır? Şefaat ehlinden olmaları için dua istemeleri vardır ki bu da zaten tevessül babından olan şeylerdendir ve bu da caizdir.

Herhangi bir konuda ‘Bana dua edebilir misin denebilir’ yoksa ‘bana şefaat et Allah’ın izniyle’ gibi şeyler istenmez.

Zaten Müsned’deki rivayette; Peygamberimize; ‘Allah’a, bizi de senin şefaat edeceğin insanlardan yapması için dua et’ dediler.

Şunu biz biliyoruz ki Zümer suresinde Rabbimiz azze ve celle şöyle buyurur;

‎قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعًاۜ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

De ki: “Şefaatin tümü Allah’ındır. Göklerin ve yerin hâkimiyeti/egemenliği O’na aittir. Sonra O’na döndürüleceksiniz.” (39/Zümer, 44)

Dolayısıyla hiçbir kimse Allah izin vermeden şefaat edemez.

Burada ince bir nokta vardır ki insanlar ‘Allah izin verirse bana şefaat et’ diye istekte bulunuyorlar.

Bu da yine şirktir.

Çünkü Allahu Teala hem şefaat edecek için, hem de şefaat edilecek için izin verdiğinde ve onlardan razı olduğunda bu gerçekleşecektir ve bunun yeri de ahirettir ama ‘Allah izin verirse bana şefaat et’ diyerekten insanlardan şefaat istemek asla caiz değildir. Bunu yapan insan müşriktir.

Ayet-i Kerimede Allah azze ve celle buyurur ki;

‎;مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ

O’nun izni olmadan kim O’nun yanında şefaat edebilir?

(2/Bakara,255)

Dolayısıyla Şefaat Allah’ın hakkıdır ve yalnızca Allah’tan istenir.

 

7.VİDEO

 

Allah’ın dışında başkasından şefaat talep edilebileceğini iddia edenlerin Ubade bin Samit hadisini ileri sürerek getirdikleri şüpheye cevap vereceğiz inşallah.

Bu hadis Sahih-i Müslim’de ve Tırmizi’nin Sünen’inde geçer.

 

Tabiin’den Es-Sunabihi ile Sahabe Ubade bin Samit arasında geçmektedir.

Ubade radıyallahu anh, Kudüs'te ölüm döşeğindeyken tabiin Es-Sunabihi’nin yanına gelir.

Sekerat halinin şiddetini ve sıkıntılı halini görür.

Ayrıca üzerinde ciddi bir şekilde korkunun hakim olduğunu görüp, ümidinin de zayıfladığını hissettiğinde ona güzel bir şekilde tebessüm ederek der ki; “Ben sende kuvvetli bir imanın ve salih amelin olduğunu görüyorum.

Eğer benim şahitlik yapmam noktasında şahitlik yapmam istenirse senin adına hayırlı bir şekilde şahitlik yapacağım.

Eğer bana şefaat noktasında izin verilecek olursa sana şefaat edeceğim.

Benim sana hangi faydam dokunacaksa ben sana o faydamın dokunması için elimden geleni yaparım.

Bak ben seni daha çok ümitlendirecek bir hadis şerif söyleyeyim’ diyerekten Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin bu hadisi şerifini aktarır der ki;

“Kim La ilahe illallah Muhammeden Rasulullah şehadetini yerine getirirse, Allah Teala ona cehennemi haram kılar.”

 

Bu kıssamızda salih olan bir mümine, ümitsizliğe kapıldığı anda moral verme vardır yoksa burada Allah'tan başkasından şefaat talep edilmesinin caiz olduğunu gösteren bir delil yoktur.

‘Allah azze ve celle izin verirse ben sana şefaat ederim diyor’ yoksa tabiin olan Es-Sunabihi; ‘Allah izin verirse veya aklına gelirse bana şefaat et’ diye bir şey demiyor ki yani bir şefaat talebinde bulunmuyor.

Ubade radıyallahu anh, ona moral olarak takviye olsun diye diyor ki; ‘Eğer bana ahirette izin verilecek olursa ben sana bu konuda şefaat edeceğim.’

Dolayısıyla burada bir talep yoktur.

Allah azze ve celle Ayet-i kerime’de çok net olarak şunu belirtiyor;

 

‎قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعًاۜ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

De ki: “Şefaatin tümü Allah’ındır. Göklerin ve yerin hâkimiyeti/egemenliği O’na aittir. Sonra O’na döndürüleceksiniz.” (39/Zümer, 44)

 

Göklerin ve yerin mülkü nasıl Allah azze ve celle ait ise, biz nasıl Allah’a döndürüleceksek, aynı şekilde de şefaat mutlak olarak Allahu Teala’nın hakkıdır.

Bunun gibi muhkem ayetler varken müteşabih olan bazı meseleleri cımbızla çekip onu muhkem seviyesine getirmek yanlış bir şeydir.

Mekke müşriklerinin ve genel olarak tüm müşriklerin şirki bu değil miydi? Allah’tan başkalarından şefaat talep ediyorlardı.

 

Allah azze ve celle Yunus suresinde net bir şekilde bunu belirtiyordu;

‎;وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ قُلْ اَتُنَبِّؤُ۫نَ اللّٰهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

Allah’ı bırakıp, kendilerine hiçbir zarar ve fayda vermeyecek şeylere ibadet ediyor ve: “Bunlar, bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir.” diyorlar. De ki: “(Allah bu varlıklara ibadeti meşru kılmamış ve bunlara şefaat yetkisi vermemiştir. Buna rağmen böyle iddia ederek) Allah’a göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?” O (Allah), onların şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir. (10/Yûnus, 18)

 

Dolayısıyla şefaat Allah’ın hakkıdır ve sadece O’ndan istenir.

 

8.VİDEO

 

Bu videomuzda Şeyh Muhammed Bin Abdulvehhab’ın çokça tartışılan, çokça konuşulan ve çoğu kere yanlış anlaşılan ‘Kevvaz kubbesi’ ile ilgili sözünden bahsedeceğiz.

 

Şimdi ilk olarak Muhammed ibni Abdulvehhab’ın o sözü ile başlayalım.

Ed-Durerus Seniyye kitabında Cilt sayfa 434’te

Şeyh Muhammed Bin Abdülvehhab hakkında şöyle bir İddaa vardır;

“O, onları davet edip, hüccet ulaştırıncaya kadar Kevvaz kubbesine ve benzerlerine ibadet edenleri tekfir etmiyor, bunun yanında putperestleri de tekfir etmiyor.” diye bir görüş var.

 

Şeyhin yanlış anlaşılan ve yanlış kullanılan bu sözünün aksine kabirperestlere, Cevvaz kubbesine ibadet edenlere, Muveysi, Abdulkadir Geylani,  Ahmed el Bedevi, Zübeyr, Taç, Şemsan, Hattab’ın kabirlerine ibadet edenleri de tekfir ettiğine dair nakiller vardır.

1. cilt sayfa 75’de şöyle bir ifadesi vardır;

 

Abdulkadir Geylani’ye ibadet eden,ona dua eden kişi kafirdir.

Abdulkadir’de bundan beridir.”

 

Ve yine Ed-Durerus Seniyye’de 10.cilt 48. sayfa da şöyle bir ifade geçmektedir;

“Biz şöyle diyen kişiyi tekfir ederiz; ‘Abdulkadir Geylani ve bunun dışındaki veliler, fayda ve zarar verebilirler.”

 

Ve yine aynı şekilde 10.cilt 61.sayfa’da şöyle bir nakli de aktaralım. Onda da şöyle bir ifade kullanır;

“Kim gece gündüz Allah’a ibadet edip bunun yanında bir velinin veyahutta bir peygamberin kabrine gidip, bir kere de ona dua etse o kişi 2 ilah edinmiştir.

Bu kimse ‘La ilahe illallah’ şehadetini kullanmamıştır.”  yani kelime-i şehadet getirmemiştir çünkü ilah denilen şey kendisine dua edilendir.

Müşriklerin (-bakın müşrikler ifadesini kullanıp, onları tekfir ediyor-)  bugün Zübeyr’in, Abdulkadir’in kabirlerine gidip yapmış oldukları gibi…”

 

Yine şeyh Muhammed Bin Abdulvehhab şöyle der;

“Kim Allah için bin tane kurban kesip, sonra gider de bir peygamber veya bir başkasının kabrinde bir tane kurban keserse işte bu kişi de iki ilah edinmiş bir müşriktir.”

Çünkü Allah azze ve celle ayet-i kerimede buyurur ki;

‎قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

De ki: “Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (6/En'âm, 162)

 

10. Ciltte sayfa 116’da şu cümleler geçmektedir;

“Ben kesin olarak şunu belirtiyorum;

Ebu Talib’in kubbesine ibadet edenlerin küfrü, Müveys'in ve benzerlerinin küfrünün onda birine bile varmaz.”

Görüldüğü gibi burada da kubbeye ibadet edenleri tekfir ediyor.

 

Şeyh’in kitabı olan ‘Nevakidu’l İslam’ın’ 3. Maddesinde de şu kaideyi getiriyor; Kim müşrikleri tekfir etmezse veya onların küfrün de şüphe edecek olursa veya onların mezhebinin doğru olduğunu iddia edecek olursa o insan kafirdir.”

Görüldüğü üzere kendisinin başka risalelerinde o insanları tekfir ettiğini söylüyor.

 

Peki o zaman şeyh bu ifadesiyle neyi kastetmiştir?

Bunu kendi ifadesiyle Ed Durerus Seniyye’de 10. cilt sayfa 136’da bunu ifade etmektedir.

Yani ‘Cevvaz kubbesine ibadet edenleri davet etmeden ve onlara hüccet ulaştırmadan tekfir etmiyoruz’ sözüyle şunu kastediyor;

‘Kişi, küfür veya şirk işlediğinde, cahilliğinden ve onları uyaran birisi olmadığında, ona hüccet kaim olmadan biz o kişinin küfürünü hükmetmeyiz’ diyor ama dikkat edin buraya ki ‘biz o insanın Müslüman olduğunu da hükmetmeyiz.’ diyor.

‘Biz onu tekfir etmiyoruz yani yüzüne karşı tekfir etmiyoruz fakat biz onların Müslüman olduğunu da söylemiyoruz. Onun bu ameli küfürdür. Aynı zamanda bu, insanların canını ve malını mübah kılan bir

küfürdür de diyoruz’

‘Şöyle bir şey düşünülmesin; Biz onları tekfir etmiyorsak, o zaman onlara müslümandır diyoruz’ gibi bir şey asla anlaşılmasın.

Bu kişiye muayyen olarak küfür hükmünü ilhak etmek, ona ‘Hüccetul Risaliye’nin’ ulaşmasına bağlıdır.

‘Hüccetul Risaliye’ nedir?

Bu Kur’andır.

“Kime Kur’an ulaştıysa ona hüccet ulaşmış, ona hüccet kaim olmuştur” sözündeki gibi…

 

Yine bu ifade, sadece bir alimin sözü değil aynı zamanda En'am suresinde Allah azze ve celle’nin de   ifadesidir;

‎قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ قُلْ لَٓا اَشْهَدُۚ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ

De ki: “Kimin şahitliği en büyüktür?” De ki: “Allah benimle sizin aranızda şahittir. Sizi ve kime ulaşırsa onu uyarmam için bu Kur’ân bana vahyedildi. Yoksa siz, Allah’la beraber başka ilahların olduğuna mı şahitlik ediyorsunuz?” De ki: “Ben şahitlik etmem.” De ki: “Ancak O, tek bir ilahtır ve şüphesiz ki ben, O’na ortak koştuklarınızdan berîyim/uzağım.” (6/En'âm, 19)

Demek ki bir insana Kur’an ulaştıysa, o insana hüccet kaim olmuştur.

Özet olarak Şeyh böyle davranarak davetinin ilk başlarında insanları davetten nefret ettirmemek ve onları bu davetten soğutmamak gayesiyle onları, yüzüne karşı tekfir etmemiştir ama daha sonraları bunları tekfir etmek bir yana, bu gibi insanlarla savaşmıştır.

Çünkü hiçbir zaman bu gibi insanları Müslüman görmemiştir.

Kapatmak için ESC tuşuna basın.