ŞİRKİN TARİFİ VE ALLAH’I BİLMEK
“Üç Temel Esas” kitabında gelmiş olduğumuz bölümde “Haniflik ve Millet-i İbrahim’in” durumunu anlatmıştık. “Allah azze ve celle’nin emretmiş olduğu şeylerin en yücesi Tevhid, Allah'ın yasaklamış olduğu en şiddetli yasak ise şirktir.
‘Şirk’ nedir? Allah azze ve celle ile beraber başkasına dua etmektir. Bunun delili;
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـًٔا
Allah’a ibadet edin, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın
(Nisa/36)
Allah azze ve celle'nin haramları arasındaki en büyük haram şirktir.”
Genelde toplumumuzda insanlar ‘Ben kul hakkı yemem’ diyerekten sanki en büyük günah kul hakkıymış gibi insanların şirk ve küfür amellerini işlemelerini normal görüyor.
Kul hakkını ise çiğnenmemesi gereken en büyük mesele olarak görüyor.
Halbuki Allah azze ve celle’nin tevbe edilmediği müddetçe affetmeyeceği günah şirktir.
Ayeti kerimede Rabbimiz buyurur ki;
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَع۪يدًا
Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun (şirkin) dışında kalanları dilediğine bağışlar. Kim de Allah’a şirk koşarsa (geri dönüşü zor) uzak bir sapıtmayla sapıtmış olur. (4/Nîsa, 116)
Şirk için Rabbimiz Kuranı Kerim'de, onun büyük bir zulüm olduğundan bahseder.
Lokman suresinde Rabbimiz şöyle buyurur;
وَاِذْ قَالَ لُقْمٰنُ لِابْنِه۪ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللّٰهِۜ اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظ۪يمٌ
Hani Lokman, oğluna öğüt verirken demişti ki: “Oğulcuğum! Allah’a şirk koşma! Şüphesiz ki şirk, en büyük zulümdür.” (31/Lokmân, 13)
Bu ayet, hangi ayetin açıklaması sadedinde gelmiştir?
Şu ayetin;
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟
İman eden ve imanlarına zulüm/şirk bulaştırmayanlar (var ya); işte bunlara (Allah’ın azabından) emin olma vardır. Ve onlar hidayete erenlerdir. (6/En'âm, 82)
Bu ayeti kerime sahabeye çok ağır geldi ve dediler ki; “Ey Allah'ın Resulü! Hangimiz imanına zulüm bulaştırmaz” yani hangimiz günah işlemiyor ki, bu ayeti kerimeye baktığımız zaman hiçbirimiz emniyet ve hidayette değiliz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme bu şekilde soruyorlar, Peygamberimizde onlara; “Bu anladığınız anlamda zulüm değil” deyip Lokman suresindeki ayeti kerimeyi söylüyor.
Yani en büyük zalim, Allah’a şirk koşan, müşrik olan insandır.
Yine Rabbimiz müşrik olan insanlar için, ‘Allah’a en büyük iftirayı atmış, yoldan en çok sapıtan ve en büyük dalalette olan insanlar’ olduğundan bahseder.
Başka bir ayeti kerimede Rabbimiz şöyle buyurur ;
اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
Şüphesiz ki kim Allah’a şirk koşarsa, Allah cenneti ona haram kılar. Onun barınağı ateştir. Zalimler için yardımcı da yoktur.” (5/Mâide, 72)
Sahabe Peygamberimize (sav) en büyük günahları soruyor; Peygamber sallallahu sellem de diyor ki; “Allah azze ve celle seni yarattığı halde senin ona eş koşmandır”
Yaratan O olduğu için, ibadete layık olanda yalnızca O’dur.
Önceki derslerimizde demiştik ki;
Allah’ın ibadette birlenmesinin sebebi kendisinin en kâmil sıfatlarla muttasıf olmasıdır yani hiçbir kimse kendi sıfatlarında mükemmel değildir ancak Allah azze ve celle kendi sıfatlarında en yüce olandır.
Örnek olarak biz de işitiriz, Allah azze ve celle de işitir Biz de görürüz,Allah azze ve celle de görür ancak bizim görmemiz ve işitmemiz çok sınırlıdır ama Allah azze ve celle için ne bir zaman sınırlaması, ne de bir alan sınırlaması vardır.
Sıfatlarında en yüce olandır.
Biz mesela birinci kişiyi dinlerken ikinci kişiyi dinlemekte zorlanırz ancak Allah subhanehu birini dinlerken, öbür insanları dinleyememe gibi bir zaafiyeti yoktur.
Tüm insanları ve hayvanları dinlerken aynı anda bir çok işi de Allah azze ve celle yapmaya kadirdir çünkü o sıfatlarında mükemmeldir.
Dolayısıyla böyle sıfatlarla muttasıf olan Allah azze ve Celle ise ibadeti hak eden de yalnızca O’dur.
Hadis şerifte Resulullah sallallahu vesellem şöyle buyurur; Kim Allah azze ve celle ile şirk koşarak karşılaşırsa o kişi cehenneme girecektir kimde şirk işlemediği halde Rabbi ile karşılaşırsa onun gireceği yer cennettir.”
Yani en önemli mesele kişinin tevhide sahip olması ve şirkten de uzak durmasıdır.
Böyle olursa Allah azze ve celle onu cennetine sokacaktır.
İşlenen günahları isterse affeder, affetmediği günahlarda var ise kulunu bir süre cehennem de tutarak, ondan sonra da onu “haya veya hayat” denilen batırarak orada temizler ve daha sonra da cennetine alır.
Ama kâfirler için, müşrikler için hiçbir şekilde cennete döndürülme gibi bir olay yoktur onlar hiçbir şekilde bunu göremeyecektir.
Bundan dolayı Rabbimiz Allah azze ve celle her bir ibadet ile ilgili ayeti kerimenin peşine, “Allah'a şirk koşmayın demiştir.”
Ayeti kerimede Rabbimiz şöyle buyurur;
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـًٔا
Allah’a ibadet edin, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın
(Nisa/36)
Halbuki Allah’a ibadet edin buyruğunun içerisinde “şirk koşmayın da” vardır ancak Allah azze ve Celle tekid olsun diye yeniden zikrediyor.
Asla Allah’a şirk koşmayın demiş oluyor.
Toplumdaki insanlar, cahil kaldığı zaman mutlaka şirke yönelirler.
Çünkü insanlar illaki bir varlığı kutsamak isterler.
Bunu Allah’a yapmazlarsa, mutlaka kabirlere,veli denen zatlara,partilere veya tağutlara yaparlar.
İllaki kendisini birilerine tapıcı olarak bulur.
Bir tarikata mensup olarak onları mutlak otorite olarak kabul eder, bu şekilde Allah’a şirk koşar niye çünkü Şeytan kıyamete kadar insanları şirke girdirmek için çaba sarf edecektir.
Haşr suresinde Rabbimiz buyurur ki;
كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ اِذْ قَالَ لِلْاِنْسَانِ اكْفُرْۚ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
Şeytanın durumu gibi... Hani insana: “Kâfir ol!” dedi. (İnsan) kâfir olunca da: “Şüphesiz ki ben, senden berîyim. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkuyorum.” dedi. (Haşr/16)
Hiçbir kimse kendini bu anlamda garantide göremez. “Ben iman ettim, artık bana bişey olmaz, hoca oldum, alim oldum,yıllardır cemaat adamıyım bana şeytan yaklaşamaz” gibi şeyler söylememelidir çünkü şeytan insanın zafiyetini ve zayıf noktalarını bilir.
İnsana hep sağ tarafından yanaşır.
Yani hep ayetlerden, hadislerden konuşuyormuş gibi, o insanın iyiliğini düşünüyormuş gibi yanaşır ondan sonra onu hâktan saptırır.
Mesela örnek olarak der ki; “Sen Müslümanların arasına fazla girme, tedbirini al, ne olur ne olmaz onlardan uzak kal. Hanımın var, çocuğun var, onları gariban bir şekilde bırakma, şu olur bu olur diyerekten sana böyle telkinler verir.
Ondan sonra seni cemaatten uzaklaştırır.
Çünkü o bilir ki Allah’ın eli cemaatin üzerindedir.
Sen cemaatle olduğun zaman, Allah azze ve celle seni himaye edecektir,cemaatten uzak kaldığın zaman ise şeytan, seninle istediği gibi oynayacaktır.
Onun için Müslüman ne yapacaktır?
Cemaatle olan ortamlarda daha fazla duracaktır, duracak ki şirklerden, küfürlerden uzak durabilsin ve imanını himaye edebilsin.
Özellikle Müslümanların az olduğu, kafirlerin çok olduğu ortamlarda buna son derece gayret göstermesi gerekir.
“Kim Allah azze ve celle’ye ibadetleri hasretmez ise o kişi kafir ve müşriktir.
Her müşrik kafirdir ancak her kafir müşrik değildir. Mesela diyelim ki adam Allah’a hiç ibadet etmiyor, ibadetini hiçbir şekilde Allah'a yapmıyor.
Bu insan kafirdir ancak müşrik değildir ama bir insan var ki Allah'a ibadet diyor ancak Allah ile beraber başkalarına da ibadet edecek olursa o kişi hem müşrik hem kafirdir ama kim ki ibadetini yalnızca Allah’a yapıyorsa o kişi ihlaslı bir Müslümandır.
Şirk iki kısımdır; “Ekber ve Asgar”
En büyük şirk dediğimiz şey kişiyi imandan çıkartır. Asgari olanı da vardır ki bu da kişinin amelini bozan bir şirktir çünkü şirk nerede bulunursa yanında bulunduğunu iptal eder.
Yani şirk iman da bulunacak olursa imanı bozuyor amelde bulunacak olursa ameli bozuyor dolayısıyla büyük şirk insanın imanında bulunursa bu, insanı müşrik yapar, kişiyi iman dairesinden çıkartır.
Amelinde bulunur ise yani küçük şirk bulunursa, o da onun amelini bozdurur.
3 temel esas dedik, insanın bilmesi gereken 3 asıl nedir?
Yani kitap bir nevi yeni başlıyor.
“İnsanın bilmesi gereken 3 asıl nedir diye sana sorulacak olursa de ki; Kulun Rabbini bilmesidir, dinini bilmesidir, nebisi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i bilmesidir.
Yani özet olarak kulun Rabbini, dinini ve nebisini bilmesidir.
Kitapta da bu 3 meseleyi önemli olarak bahsediyor çünkü insan kabre defnedildiği zaman sorulacak soru bu üç tanesidir.
“Rabbin, dinin ve nebin kimdir?” kişi bunlardan sorguya çekilecektir.
Bir hadis-i şerifte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki;
"Ölü defnedildiğinde, ona gök gözlü simsiyah iki melek gelir. Bunlardan birine Münker diğerine de Nekir denir. Ölüye:
"Bu adam (Rasûlüllah) hakkında ne diyorsun?" diye sorarlar. O da hayatta iken söylemekte olduğu;
"O, Allah'ın kulu ve Resûlüdür. Allah'tan başka Allah olmadığına, Muhammed(s.a.s.)in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim." sözlerini söyler. Melekler;
"Biz de bunu söylediğini biliyorduk zaten." derler. Sonra kabri yetmiş çarpı yetmiş zira' kadar genişletilir ve aydınlatılır. Sonra ona "Yat!" denir.
"Aileme dönüp onlara haber versem mi?" diye sorar. Onlar da;
"Akrabalarından en çok sevdiği kimseden başkası kendisini uyandırmayan, güveğinin uyuması gibi uyu!"derler. Böylece, yattığı yerden, Cenab-ı Allah onu tekrar diriltinceye kadar uyur.
Eğer münafık ise, "İnsanların söylediklerini duyup aynısını söylerdim, bilmiyorum." der. Melekler de;
Böyle söylediğini zaten biliyorduk" derler. Sonra arza:"Onu sıkıştır" denir. Arz onu sıkıştırır da kaburga kemikleri birbirine geçer. Allah onu yattığı bu yerden tekrar diriltinceye kadar kendisine azap edilir." (Tirmizi, Cenâiz, 70)
Yani dünya hayatında tamamen şüpheci bir şekilde münafık olarak yaşa, ondan sonra kabirde sorulacak sorulara düzgün cevap ver, bu mümkün değildir.
Kişi nasıl yaşadıysa son hali de öyle olacaktır ve kabirdeki hâli de yaşadığı gibi olacaktır.
Birincisi kulun Rabbini bilmesidir.
Bir insanın Allah azze ve celle’yi bilmesi ne ile olur? Tefekkür ile olur, düşünme ile olur.
Şimdi insan şeriatı bilmez ise birilerini kayırma, müşrikleri kâfirleri iyi niyetiyle cennete girdirme ve onları da Müslüman yapma mücadelesine girer.
Şeriatı bilmediği için duygusallığı harekete geçecektir yani diyecektir ki “aslında benim babam iyi niyetli annem iyi niyetlidir, hiçbir kimsenin kul hakkını yemez, herkese güzel davranır. Kimseyi dövmemiştir, hakaret etmemiştir” der, bunun mukaddimelerini niye yapar?
Onu cennete girdirmek için, ona Müslüman muamelesi yapabilmek için böyle çabalar sarf eder.
Der ki; “Bu kişiler şirk nedir, tevhid nedir bilmez köylüdür çiftçidir böyle şeylerden anlamaz der.”
Bu yanlıştır çünkü Allah azze ve celle insana akıl verdiyse o insan mükelleftir ve Rabbimiz, sadece belirli bir takım insanların anlayacağı, çoğunluğun anlayamayacağı bir din indirmemiştir öyle bir din indirmiştir ki en basit avamın bile anlayacağı bir din göndermiştir.
Dolayısıyla bazı insanlara anlattığımız zaman “ya ben bunu anlayamıyorum” diyerekten yan çizerler.
Neden bunu yaparlar?
Bunu yapmalarının sebebi aslında o insanlar meseleleri anlamadığından değil, “eğer bunların anlattığı gibi müslüman olacak olursam çevremdeki çoğu insanları terk etmem gerekecek, icabında işimi, annemi, babamı ve bulunduğum çevreyi terk edeceğim” demesinden dolayıdır.
Bakıyor ki hesap defteri çok kabarık çıkıyor yan çizmeye başlıyor yoksa anlatılanlar ayan beyan bellidir. İşine gelmediğinden dolayı böyle yapıyor.
Kafirlere cehennemde neden cehenneme girdikleri sorulduğu zaman onlar şöyle cevap veriyor;
وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَٓائِض۪ينَۙ
“(Batıla ve eğlenceye) dalıp gidenlerle beraber, biz de dalıp giderdik.” (74/Müddessir, 45)
İnsanın fıtratında bu vardır zaten, eğer şeriatı bilmezse ve çoğunluk yanlış yaparsa “bu kadar insan yanlış yapmaz” diyerekten topluma bir koyun sürüsü gibi dalar gider.
Topluluklar nereye giderse onların peşine takılacaktır ama insan şeriatı bilirse feraset sahibi olur.
Kimin yanlış yaptığını, kimin doğru yaptığını ayırt etme özelliği olur o insanda…
Bir insan akıl sahibi ise deli değil ise o zaman o insan Rabbini bilir, Rabbine ibadet edilmesinin gerekli olduğunu da bilir.
Mesela çoğu kez insanlara “Tağut nedir” diye sorduğumuz zaman onlar derler ki; “Ben bu söylemiş olduğunu ilk defa duyuyorum”
Halbuki adama bakarsın ki 40 senedir, 50 senedir kendisinin Müslüman olduğunu zanneder.
Demek ki bu adam bu yaşına kadar Kur’an’ı baştan sona bir kere bile manasını okumaya yeltenmemiş.
Yani işin aslına bakarsak insanların dini kaygısı yok, insanlar Allah’ı öğrenmek istemiyor, şeriatı öğrenmek istemiyor.
Kendi dinini ve nebisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i öğrenmek istemiyor.
Ayet-i kerimede Rabbimiz buyuruyor ki;
اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ.
Onlar ki; dinlerini eğlence ve oyun edindiler ve dünya hayatı onları aldattı.(A’raf/51)
Rabbimizde buyuruyor ki;
فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
Onlar bu günlerini unuttukları ve bizim ayetlerimizi inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unutacağız. (7/A'râf, 51)
Yani onlar unuttukları için biz de onları terk edeceğiz.
Bugün bizim onlara rahmetimizin yanaşması, temas etmesi gibi bir şey söz konusu değildir.
Demek ki insanda akıl varsa, insan tefekkür edebilir. Kişi de Rabbini tefekkür ederek bilir zaten…
Ayet-i kerimede Allah azze ve celle buyurur ki;
اَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللّٰهُ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقًاۙ
“Görmediniz mi? Allah yedi göğü, nasıl da katman katman (birbirine uyumlu) yaratmıştır.” (71/Nûh, 15)
Başka ayette;
وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَارًاۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Yeri uzatıp yayan, oraya (dağlardan) kazıklar ve nehirler yerleştiren, yeryüzünde her meyveden çiftler yaratan ve geceyi gündüze bürüyen O’dur. Şüphesiz ki bunda, tefekkür eden bir topluluk için ayetler vardır. (13/Ra'd, 3)
Yine diğer ayette;
وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ رِزْقٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ
Gece ve gündüzün peşi sıra gelmesinde, Allah’ın gökten indirip, yeri ölümünden sonra kendisiyle dirilttiği rızıkta/yağmurda ve rüzgârların çevrilmesinde akleden bir topluluk için ayetler vardır. (45/Câsiye, 5)
Başka bir ayette;
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۜ وَيُمْسِكُ السَّمَٓاءَ اَنْ تَقَعَ عَلَى الْاَرْضِ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Görmedin mi? Allah, yeryüzünde olan her şeyi emrinize amade kıldı. Gemiler denizde O’nun emriyle yüzer, izni olmadıkça gökyüzünün yere düşmesine engel olur. Muhakkak ki Allah, insanlara karşı (şefkatli olan) Raûf, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (22/Hac, 65)
Başka ayette;
اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَ اَمْ عَلٰى قُلُوبٍ اَقْفَالُهَا
Onlar, Kur’ân’ı derinlemesine düşünmezler mi? Yoksa, kalpleri üzerinde kilitler mi var? (47/Muhammed, 24)
Yani insanların 2 hâli vardır.
Ya insanlar, Kur’an’ı tefekkür,tedebbür edecekler, O’nu düşünecekler eğer ki bunu yapmazlar ise bunun sebebi onların kalplerinin kilitli olmasıdır. Bu da insanın kafir olma sebebidir.
Ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurur;
خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟
Allah, kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de perde vardır. (Hakikati anlayamaz ve göremezler.) Onlara büyük bir azap vardır.
(2/Bakara, 7)
Demek ki kalbin kilitlenmesi, kalbe mühür vurulması kafirlerin alametidir.
Kafirlerin kalpleri neden kilitlidir çünkü onlar Kur’an’ı tefekkür ve tedebbür etmediklerinden dolayıdır.
Aslında bu mesele Müslümanlarında genelde sorunu olan bir meseledir.
Acaba hayatımızda ne kadar Rabbimizin kâinattaki san’atını düşünüyoruz?
Kur’an’da aslında bu tür ayetler çoktur.
İnsanın yaratılışı, kainatın yaratılışı, hayvanların yeryüzünde dolaşması ve Rabbimizin muhteşem sanatını Kur’an-ı Kerim de Rabbimiz bir çok ayette anlatır.
“Gökyüzüne,yerlere, dağlara, deveye, kendi yaratılışlarına bakmadılar mı?” diye birçok ayeti kerimeler vardır.
Kafirler bu konuları düşünmedikleri gibi Müslümanlar da bu konuda tefekkürü gerektiği gibi yapmazlar.
Bizim genelde düşündüğümüz meseleler başka meselelerdir.
Evet biz tevhidi anlamış olsak bile bu tefekkür, Rabbimizden daha çok korkmamıza, daha güzel bir şekilde ibadet etmemize ve ibadette asla gevşeklik göstermemize yarayacaktır.
Yani insan Allah’ın her şeye Kadir olduğunu düşünecek olursa, onun Esma ve Hüsnasını okur ve onlar üzerine düşündüğü zaman Allah’tan başka kimseden korkmaz, O’ndan başka kimseye de boyun eğmez ve O’na mutlak olarak teslim olur.
Mesela Allah Teala’nın Rezzak olduğunu düşünecek olursa rızık endişesi diye bir şey olmaz.
Allah’ın her şeye kâdir olduğunu düşünecek olursa insanın endişlenmiş olduğu hangi mesele olursa olsun Rabbine ümit bağlayacaktır.
“Rabbimiz onu uygun gördüğü zaman yaratacaktır” diyerekten Rabbine teslim olur.
Bundan dolayı insan, Allah’ın yeryüzündeki sanatını tefekkür ederek imanını artırır, daha güzel bir şekilde ibadetlerini eder.
Mesela insan bazen ibadete kendini verir, bazen de baştan savarcasına ibadet eder.
Bazı zamanlar tavuğun yem yediği gibi namaz kılar. İşte insanın burada kendine çeki düzen vermesi gerekir çünkü Allah insanı ibadet için yaratmıştır, insanları iş için yaratmamıştır.
Sen namaza durduğun zaman sadece namazla ilgilenmen gerekir.
Her şeyi bırakacaksın Rabbine en güzel şekilde ibadet etmeye çalışacaksın.
“Ya ben işimden olurum, bana ne derler, beni atarlar çocuklar var, borçlar var” vesaire bu mazaretler geçersizdir.
Bu din böyledir, sen Rabbine ibadet et,
Rabbin sana rızık kapını açacaktır.
İnsan,asıl Müslüman oldum dedikten sonra iş başlıyor. Dolayısıyla kişinin tefekkür sahasını genişletmesi çok önemlidir bundan dolayı kişi mükellef ise,aklı var ise tefekkür edip hakkı ve hakikati görür.
Rabbini bilmesinin yolu, Rabbin yaratmış olduğu mahlukatı tefekkür ederek O’nu öğrenecektir. Kul bunları tefekkür ede ede Rabbini adeta görüyormuş gibi ibadet eder haline gelecektir çünkü İslam 3 mertebededir.
İslam, iman, İhsan…
En düşük seviye İslam’dır, en onun üstü imandır, onun üstü ihsandır.
Kişi tefekkür ede ede Rabbine ibadeti güçlendirecektir yani ayet okuduğu zaman etkilenecek, namaz kıldığı zaman çok farklı bir hûşu içerisinde olacaktır.
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ
Onlar ki; namazlarında huşu içerisindelerdir. (23/Mü'minûn, 2)
Biz her gün beş vakit namaz kılıyoruz, bizim namazlarımızda ne kadar hûşu var?
Baştan savma mı yaptık, yoksa okuduklarımızın her birisinin anlamını düşünmeye çalıştık mı?
Rükuyu,secdeyi, kıyamı tadil-i erkana göre yaptık mı? Namazdayken başka şeyler düşünmemeye çalışıp, çaba sarf ettik mi?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki; “Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz o şekilde namaz kılın.”
Acaba namazlarımız Peygamberimizin kıldığı gibi bir namaz mı?
Bunların hepsinin tefekkürü gerekir, bunların hepsini bir bir düşüneceksin.
Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekeceğiz ki hesabımız kolay olsun…
Yoksa “biz yapalım da bir şeyler, Allah kerimdir” diyerek böyle söylemler seni aldatmasın.
Meşhur Cibril hadisinde Cibril aleyhisselam ihsanı sormuştu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki;
“Allah celle celaluhu’yu görüyormuş gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da,o seni görür.”
Biz gerçekten de namaz kılarken Allah'ı görüyormuş gibi ibadet ediyor muyuz?
Bir insan Allah’ı düşünürse, başka şeyleri düşünebilir mi?
Allah’ı o anda düşünüyorsun ve bizatihi görüyormuş gibi O’na ibadet ediyorsun, insan öyle olduğu zaman dünyayı düşünür mü?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem;
“Veda eden bir adamın namazı gibi namaz kılın” buyuruyor yani dünyaya veda ediyorsun, seni ipe asacaklar, seni ipe asmadan önce soruyorlar bir isteğin var mı? Sen, “evet iki rekat namaz kılacağım diyeceksin” işte o zaman ki namazını nasıl kılıyor isen normal zamanlarda da bu şekilde kılacaksın.
İşte kul böyle bir kulluk yaparsa onun alacağı haz bambaşkadır.
Patır patır namaz kılan bir insan ile arada gökyüzü ile yeryüzü gibi fark vardır.
Senin kılmış olduğun namaz, seni her türlü kötülüklerden fuhşiyattan uzak tutacaktır.
Ötekinin namazı ise gafletten ibarettir.
Ayette;
اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ
Onlar ki namazlarında gaflet içindelerdir. (107/Maûn, 5)
Bırakın kafirlerin yanmasını, Allah azze ve celle namaz kılanlar için bile; “Onlar cehennemde yansın ki namazlarından gafildirler” buyuruyor.
Şimdi bizim bu hûşuyu yakalayabilmemiz için normal zamanımızda tefekkürü arttırmamız lazım…
Mesela bir gün bir evin bir odasına kitlen veyahut bir gün mescide gelip kendimizi Rabbimizle beraber baş başa bırakıp tefekkür edelim.
Günahlarımızı, yaptığımız yanlışları, yapamadığımız Allah’ın emirlerine karşı kendi kendimizi bir muhasebe edip Rabbimizle halvet halinde olalım.
Kişinin Rabbiyle inzivaya çekilmesi önemlidir, bunu gün içerisinde yapamıyorsa teheccüd vaktinde kalkarak, ev halkı uyurken kendisini muhasebe etmesi gerekir.
O anda tefekküre dalmaya çalışmalıdır.
Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde “onlar düşünmezler mi, tefekkür etmezler mi?” buyuruyor Rabbimiz.
İşte o düşünmeyen zümreden olmamak için kendimizi tefekküre daldırmamız gerekir,Rabbimizi görüyormuş gibi iman seviyesine varmamız gerekir.
İkinci bilmemiz gereken madde; Kişinin dinini bilmesidir.
مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ
Din (Ahiret) Gününün sahibidir. (1/Fâtiha, 4)
Din, insanın tabii olmuş olduğu yoldur.
Istılahtaki din, insanın kendi maslahatı için faydalı olan şeyleri yerine getirmesi, yasaklardan da sakınması,mefsedetlerden uzak durmasıdır.
Yani insan haramlardan sakınırsa o insan kendisine gelen maslahatı elde etmiş,kendisine gelen mefsedeti de def etmiş olur.
Yani insanın kendi faydasınadır, kişi dinini yaşamasıyla kendisine gelebilecek zararları def eder, kendisine gelecek menfaatleri de elde etmiş olur.
Hem dünya faydası hem de uhrevi faydaları elde etmiş olur.
Numan ibni Mukarrin’in (rahimehullah) söylediği gibi;
“Eğer biz, kendisine davet etmiş olduğu yola tabii olursak Allah bize dünya ve uhrevi hayırları verecektir.” Yani Dünyada da rahatlık çekecek, ahirette de rahatlık görecektir ama bu rahatlık sadece malın bolluğu anlamında değildir.
Rabbimiz,kimine malı bol bol verebilir ama en önemli şey Rabbimizin bize vereceği huzurdur.
Huzur kafirlerin yakalayamadığı şeydir, bakıyorsun ki adam ne kadar çok zengindir ancak intihar ediyor.
Demek ki bu adam elindeki imkanlar ile huzur bulamamıştır, tatmin olamamıştır ve bu sıkıntılardan bunalımlardan kurtulmak için intihar etmiştir ama mümin de böyle bir şey yoktur.
Mümin daima huzurludur çünkü biliyor ki o Rabbine kulluk yaptıkça, O’nu görüyormuşçasına ibadet ettikçe onun içerisinde farklı hâzlar, farklı duygular yerleşir.
Üçüncü maddemiz; Nebisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i bilmesidir.
Bu da, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin siyerini öğrenmesi ile mümkündür.
Yani onun hayatını, nasıl ibadet ettiğini, onun ahlakını nasıl davet çalışması yaptığını ve Allah yolunda nasıl cihad ettiğine bilerek Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemi tanımış olacaktır.
Yoksa sadece “bizim bir Peygamberimiz var adı Muhammed sallallahu aleyhi sellem’dir” demek onu tanımak değildir.
Bugün birçok insanın futbolcuları tanıdığı gibi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i tanımıyor. Sanatçıları tanıdığı gibi sahabeyi tanıdığı yoktur, bugün birçok Müslümanın siyasetçileri tanıdığı gibi sahabeleri tanıdığı yoktur.
Şeytan insanın kendisini düzeltmemesi için hep başka insanların kötülüklerini, yanlışlarını göz önünde getirir.
Hep başkalarının kötülüklerini zikretsin ki, kendi hatalarını görmesin.
Allah azze ve celle zaten insanları yaptıklarından hesaba çekecektir,senin onların kötülüklerini saymana gerek yok.
Sen kendi kötülüklerini, yanlışlarını düzeltmeye çalış, kendi yanlışlarını tespit et ve onlardan vazgeçmeye karar ver çünkü her gün eceline doğru gidiyorsun.
Her gün Allah azze ve celle’ye hesap vermeye, dünyalıklardan elinin ayağının çekileceği güne doğru gidiyorsun.
Sen başkalarına bırak, onları düşünerek ömrünü vaktini zayi etme.
Sen kendin yapman gereken neler vardır,onları listele ne gibi yanlışlar yapıyorsun, ne gibi yanlışların var onları listele ve kendine çeki düzen ver.
Dolayısıyla Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatını ve sahabenin hayatını insan bilirse bakacak ki o ortamdan çok uzaktadır.
Kendisini onlara yaklaştırmaya çalışacak, onların yanında yerim olsun diyecek.
Ben onları seveyim, benim sevdiğim insanlar onlar olsun ben kendimde öyle olayım diyecek.
Hanımım böyle olsun, çoluk çocuğum böyle olsun diyecek ve bu arzularla her gün kendisine ıslah ede ede bir de bakacak ki Allah azze ve celle onu Muhammed sallallahu aleyhi sellem ve sahabesi ile birlikte haşretmiştir.
“Sana denildiği zaman Rabbin kimdir?
De ki rabbim Allah'tır.
O Rab ki beni terbiye etti ve tüm alemleri de nimetler ile terbiye etti.”
Burada Rab kelimesini Rab kelimesi ile tefsir etti çünkü Rab kelimesi düzenleyen, terbiye eden anlamındadır. Mesela ev kadınına “Rabbetul beyt” yani evin Rabbi anlamına gelen bir kelime kullanılır, evi düzenleyen evin işlerini tertip eden kadın anlamındadır.
Bu şekilde Rabbimiz Allah azze ve celle’de tüm kainatın terbiyecisi olduğundan dolayı, her şeyden yüksek derecede mesul olduğundan ve kendisi muhkem bir şekilde yaratmaya kadir olduğundan, her şeyi muntazam bir şekilde terbiye etmiştir.
“Allah, benim mâbudumdur,benim ondan başka bir mâbudum yoktur”
Biz daha ruhlar aleminde Rabbimize söz vermiştik.
Ayeti kerimede Rabbimiz buyurur ki;
وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ
(Hatırla!) Hani Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Demişlerdi ki: “Evet! (Sen bizim Rabbimizsin!) Şahit olduk.” (Bu,) Kıyamet Günü: “Biz bundan habersizdik.” dememeniz içindir. (7/A'râf, 172)
Rabbimize bu teslimiyeti göstermiştik.
Biz orada vermiş olduğumuz sözü tutarak, o söze sadık kalarak diyeceğiz ki “evet o bizim Rabbimizdir, biz Rabbimize ibadet eder, ondan başka kimseyi ibadet etmeyiz.”
Bir insanın Allah azze ve celle’ye kulluk yapabilmesinin en önemli yolu kendisinin müşrik toplumlardan hicret etmesidir.
Kişi müşriklerden uzak durmaz ise, Rabbine kulluk yapamaz, Rabbine kulluk yapmakla beraber başkalarına da kulluk yapıyormuş gibi hisseder.
Bazı insanlara bu dini anlatırsın, der ki; “anlatmış olduğun şey çok zor”
Çok zor değil, onun yapacağı o müşrik toplumdan uzaklaşmaktır.
Çevresini değiştirecektir, gerekirse bulunduğu yerden
başka bir yere göç edecek ki dinini daha güzel oralarda yaşasın ve Rabbi onun rızkına da kefildir.
Rabbi ona rızıklandıracak, onun yolunu açacaktır.
Bu yanlış çevreyi terk etmezse,yeri geldiği zaman annesini, babasını,arkadaş ortamını,iş ortamını terk etmez ise o insanın imanı iddiadan ibaret olacaktır.
İman iddiası, kuru bir iddia imiş çünkü benim yaşadığım,söylediğim bambaşka diyerekten “ya ben bunu yapamıyorum, bunu yapmak bu zamanda çok zor” diyecektir.
Sahabe zamanında da zordu,düşünün o zamanlardaki insanlar diri diri kız çocuklarını toprağa gömüyorlardı, Kabe’nin etrafında “biz bu elbiselerle günah işledik,bu elbiselerle Allah’a ibadet edemeyiz” diye çırılçıplak Kabe’nin etrafında tavaf ederlerdi.
Kadın istediği erkekle beraber oluyordu,çocuk doğduysa o çocuk kimin hoşuna gidiyorsa o kadın erkeği tespit eder ve derdi ki “bunun babası sensin…”
Bu derece ahlaksızlık içerisindeydiler.
Sahabeden bunları yaşayanlar da vardı ama Müslüman oldular o hallerinin hepsinden vazgeçtiler. “Hübel yüce ol” derlerdi,Kabe’deki putlara taparlardı, onları için kurbanlar adarlardı.
Müslüman olduktan sonra onlar bu hallerin hepsinden uzak durdular, sahabe oldular ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e mutlak bir şekilde teslim oldular. Onlar neyi anladılar?
Onlar şunu anladılar, biz Müslüman olduktan sonra cahiliyede neyimiz varsa hepsini bırakacağız.
Gerek akide, gerek huy ,gerek ahlak noktasında ne yanlışlarımız varsa hepsini bırakacağız, teslim olacağız.
Bunlar olduktan sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e dediler ki; “Bu adam geldi herkesi birbirine kırdırdı, çocuğu babasından,annesinden, dedesinden uzaklaştırdı.
İnsanları birbirine düşman etti, bunun getirmiş olduğu din böyle” dediler.
“Biz biliyoruz ki sıla-ı rahim asıldır ama bu adam geldi akrabalık bağını koparttı” dediler.
Muhammed sallallahu vesellem için deli denildi.
Bu zorlu sıkıntıları onlar yaşadılar.
Firavun’un yanına Musa ve Harun Aleyhisselam geldiği zaman Firavun onlara dedi ki;
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
(Firavun) demişti ki: “Sizin Rabbiniz kimdir ey Musa?” (20/Tâhâ, 49)
Musa aleyhisselam da cevaben dedi ki;
قَالَ رَبُّنَا الَّذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى
“Rabbimiz, her şeye hilkatini (cinsine en uygun olanı) veren ve sonra da yol gösterendir.” demişti.
(20/Tâhâ, 50)
Mesela bakıyorsun bir bebek doğuyor, doğduktan sonra hemen aradığı şey annesinin göğsüdür,hemen oradan memesini emecek,orada sütünü arayacaktır. Sana bunu kim öğretti?
Daha sen dünyaya yeni geldin,anne memesini nereden öğrendin?
Tabiki de Allah azze ve celle öğretmiştir, yani her şeyi yoluna koymuştur.
Bir hayvan bile yavrusunu doğurduktan sonra hemen yavrularına sahip çıkıyor, yavrularda annesinden ayrılmamak için elinden geleni yapıyor.
Onlar da annesinin memelerine sarılıyor.
Bütün bunlar gösterir ki Allah azze ve celle her şeyi yoluna koymuştur, her şeyi muntazam olarak yaratmıştır.
Suyu,denizleri,nehirleri yaratmıştır ve bakıyorsun ki onlar da mecrasına göre akıp gidiyor.
Gece ve gündüzde muhteşem bir muhkemlik var.
Geceleyin karanlıkta yaşarken şöyle bir şey görüyor muyuz; Bir anda yarım saat, bir saat tamamen aydınlanmış veyahut da yeryüzü gündüz iken tamamen aydınlık içinde iken bir anda ortalık zifiri karanlık olmuş,bir dakika gündüz bir dakika gece olması gibi şeyler yaşıyor muyuz?
Böyle bir dengesizlik yaşıyor muyuz?
Hayır,Allah azze ve celle buyuruyor ki;
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ
Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün peşi sıra yer değişmesinde akıl sahipleri için (üzerinde düşünüp, bunları yapanın tek ilah olduğu, kulluğun sadece kendisine yapılması gerektiğine dair sonuçlar çıkaracakları) ayetler vardır.
(3/Âl-i İmran, 190)
Eğer öyle anormallikler olsaydı mesela gündüzleyin
insanlar trafikte giderken bir anda yeryüzüne karanlık çöküp, zifiri bir karanlık olduğunda ne olur?
Bir anda yüzlerce insanlar ölür,bir anda hayat kitlenir. Allah azze ve celle ayeti kerimede diyor ki;
اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ مِهَادًاۙ
Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? (78/Nebe, 6)
Şimdi yeryüzünü Allah azze ve celle engebeli olarak yaratmış olsaydı insanların birbirine ulaşması, insanların rızık temin etmesi nasıl olacaktı?
Rızkı temin etmeyi bırakın insanların yaşayacağı evler bile çok zor kurulurdu,insanlar yürümede dahi çok zorlanırdı.
Allah azze ve celle başka ayeti kerimede buyuruyor ki;
وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ
Yeri de serip döşedik. Ne güzel döşeyenleriz. (51/Zâriyat, 48)
Yani Allah teala kendisini övüyor, bizimde Rabbimizi bu şekilde övmemiz gerekir.
Gökyüzünü nasıl muhkem olarak yarattıysa gökyüzündeki sanatları incelememizi ve o şekilde gökyüzünden bahsetmemizi istiyor.
Diğer meselelerden bahsettiğimiz gibi bunlar üzerine tefekkür etmeli, bunların nasıl terbiye edildiği, nasıl yoluna konulduğunu konuşmamız gerekiyor.
Allah azze ve celle buyuruyor ki;
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ فَسَيَقُولُونَ اللّٰهُۚ فَقُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ
De ki: “Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Kulakların ve gözlerin sahibi kimdir? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartan? İşleri çekip çeviren/yöneten kimdir?”, “Allah’tır.” diyecekler. De ki: “Öyleyse korkup sakınmaz mısınız?” (10/Yûnus, 31)
Müellif diyor ki; “Beni ve tüm alemi de nimetleri ile terbiye etti.”
Allah azze ve celle Nahl suresi 18. Ayeti kerimede buyuruyor ki;
وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız onu kuşatıp kapsayamazsınız. Şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (16/Nahl, 18)
Allah azze ve celle bize imanı nasip etti, bize eş ve çocuklar verdi, bize sıhhat,imkanlar, akıl verdi.
Bize kulaklar ve gözler verdi, gözler verip bizi kör bırakmadı, bize ayaklar verdi bizi topal yaratmadı.
Allah azze ve celle bize sağlık verdi, o sağlığımızı ancak sakat insanları, özürlü insanları gördüğümüz zaman anlıyoruz.
Allahu Teala bize ne kadar nimetler vermiş görüyoruz.
Bir de burada ne demek istiyor müellif?
Yani siz Allah azze ve celle’nin nimetlerine şükrederek onun Rab olduğunu daha iyi anlayacaksınız.
Size bu rızkı,bu nimetleri veren Allah’tan başka kimdir? İnsanlara bağlamayın bunu, insanlar sana Allah azze ve cellenin istediği kadar yardım eder, istemediği yerde onlar tıkanır.
Onun için alemi rızıklandıran Allahu Teala’dır, O’na şükredeceksin.
“O benim mâbudumdur,ondan başka benim mâbudum yoktur, ben de bu âlemden birisiyim”
Yani insanlar bir âlemdir, cinler bir âlemdir, hayvanlar bir âlemdir, cansızlar bir âlemdir.
Allah azze ve celle’nin yaratmış olduğu birçok alem vardır.
“Sana dendiği zaman sen Rabbini ne ile tanıdın,
Ben Rabbimi ayetleri ve nimetleri ile tanıdım.”
Allah azze ve celle’nin ayetlerinde gece,gündüz,güneş ay, yedi kat sema,yedi kat yer ve ikisinin arasında olanlar vardır.
Allah azze ve celle’nin ayetleri iki kısımdır;
Birincisi şer’i ayetler, ikincisi ise kevni ayetlerdir.
Kevni ayetler kâinattaki görmüş olduğumuz Allah azze ve cellenin yaratmış olduğu her şeydir.
Her bir yaratılmış sanat eseri, Allah azze ve celle’nin ayetlerinden bir ayettir.
Onun için çevremizde gördüğümüz sânatları,Kur’an ayetleri gibi bir ayet olarak görmemiz gerekiyor.
Kur’an ayetlerine ise şer’i ayetler diyoruz.
Bunların delili Allah azze ve celle’nin şu kâvlidir;
وَمِنْ اٰيَاتِهِ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُۜ لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَهُنَّ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
Gece, gündüz, Güneş ve Ay O’nun ayetlerindendir. Güneş’e de secde etmeyin, Ay’a da... Şayet yalnızca O’na ibadet ediyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin. (41/Fussilet, 37)
Yani insanlara bakıyorsun ki kendisini kabre ibadet edici olarak buluyor, şeyhlere ibadet ediyor, şeyhe secde ediyor, şeyhin yanında “sen olmazsan olmaz” diyor mesela toplumda “Ey Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) sen olmassan ben kainatı yaratmazdım” cümlesini söylüyor.
Bu hadis uydurmadır, böyle bir şey yoktur.
Allah azze ve celle kainatı yaratmasının sebebi yarattıklarının kendisine kulluk etmesidir.
Allah azze ve celle şu ayeti buna delildir;
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Ben cinler ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. (51/Zâriyat, 56)
Allah azze ve celle’nin, Muhammed sallallahu aleyhi sellem’i yaratmasının sebebi de budur.
Bir başka ayet-i kerimede Rabbimiz buyurur ki;
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثًاۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, ısrarla kovalayan geceyle örter. Güneş, Ay ve yıldızları emrine amade kılıp, boyun eğdirendir. Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de Allah’a aittir.Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne yücedir. (7/A'râf, 54)
Allah azze ve celle yedi kat semayı, geceyi,gündüzü ayı,bizleri yaratmasını anlatıyor sonra diyor ki “Emretmek de O’na mahsustur .”
Bu kainatın yaratıcısı O ise, bütün her şeyi yoluna koyan O ise, muntazam bir şekilde sânatını ortaya koyan O ise, emretme yetkisi de O’na aittir dolayısıyla siz sadece onun emirlerine tabi olmalısınız.
Biz topluma içerisinde bulundukları yanlışları anlattığımız zaman toplum bize diyor ki;
“Biz ne yapalım, biz emir kuluyuz.”
Sen Rabbinin emir kulusun, başkasının emir kulu olamazsın.
Böyle söyleyerek insan farkında olmadan kendisinin müşrik olduğunu itiraf ediyor.
Bazen insanlar da kendileri itiraf ediyor “bizim yaşadığımız din İslam dini değildir” diye…
Onun için gelin Allah azze ve celle’ye teslim olun, ecel gelip seni yakalamadan Allah azze ve celle’ye iman edin.
Allah azze ve celle insanın önüne hayatta fırsatlar verir.
Hidayette en büyük fırsattır, o fırsatı değerlendirdin değerlendirdin, değerlendirmez isen Allah azze ve celle kalbine vermiş olduğu hidayet sıcaklığını bir bakarsın bir daha vermez.
Böyle güzel insanları bir daha senin karşına çıkartmayabilir, bir de bakarsın ki artık Müslümanlardan uzaklaşmışsın, Müslümanları sevmiyorsun.
Müşrikleri sever hale gelmişsin, ahirette cehenneme düştüğünde de Allah azze ve celle sana diyecek ki;
كُلَّمَٓا اُلْقِيَ ف۪يهَا فَوْجٌ سَاَلَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ
Her bir topluluk (ateşin) içine atıldığında, oranın bekçileri kendilerine: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” diye sorarlar. (67/Mülk, 8)
Cevap olarak da ;
قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۚ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ كَب۪يرٍ
Derler ki: “Evet! Muhakkak ki bize uyarıcı geldi (fakat) biz onu yalanladık ve: ‘Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz yalnızca büyük bir sapıklık içindesiniz.’ dedik.” (67/Mülk, 9)
Onun için bu nimetleri, özellikle de hidayet nimetinin kıymetini çok iyi bilmemiz lazım.
İnsan bu hidayetin kıymetini bilmezse bir de bakarsın ki şirk, küfür ve dalâletler içerisine düşer.
Allah azze ve celle bizleri gerektiği şekilde teslim olanlardan eylesin.
Allahümme amin.